Milyonların merakla beklediği yerel seçim bugün. Bu yazının yayına girdiği saatlerde sandık müşahitleri uyanmış, partiler ise büyük gün için son hazırlıklarını tamamlamış olacaklar. Zaten seçim yasakları da yürürlüğe girdi, herkesin gözü artık sandıklarda. Sözün özü; söylenecekler söylendi bitti, bundan sonra top seçmende.
Bununla birlikte, seçimler demokratik rejimlerin bel kemiği, olmazsa olmazıdır ama demokrasinin tamamı demek değildir. Seçimlerde, merkezi ve yerel yönetimlerde karar alıcı kadrolar belirlenir, o aşamadan sonra ise söz konusu kadroların yönetimi hukuka uygun biçimde sürdürmesi, seçimi kaybeden kitlelerin de haklarının gözetilmesi, çoğunluğun azınlık üzerindeki tahakkümüne engel olunması gerekir. Bu husus ülkemizin en büyük eksikliğidir ve bundan dolayı da seçimler ülkemizde demokrasi namına elimizde kalan son olanaktır.
Modern ülkelerde, siyasi sürece katılımın seçimler dışında da diğer çok farklı yolları vardır. İnsanlar protesto gösterileri, kitle eylemleri, sivil toplum örgütlerine üyelikler, geleneksel ve sosyal medyanın kullanımı gibi kanallarla da siyasete aktif biçimde katılabilirler. Fakat fikir ve ifade hürriyetinin kısıtlandığı Türkiye’de insanların bu yolları kullanması çoğu zaman onlara çeşitli adli yaptırımlar olarak geri dönmektedir. Bu durumda seçimler, insanların siyasi tercih ve hassasiyetlerini, varsa itiraz ve eleştirilerini ifade edebilmeleri için en kestirme ve genellikle tek yoldur.
Hukukun, anayasanın, kanun maddelerinin ya da ülkenin uluslararası itibarının, Erdoğan ve onun rejiminin politik eylemleri üzerinde pek bir yönlendirici etkisi yoktur. Ama ülkemizde hala iyi kötü çalışan bir seçim sistemi olduğu için, AKP seçimlerde halk tarafından cezalandırılmayı önemsemekte, adımlarını atarken seçimlerde halkın desteğini kaybetmemeyi dikkate almaktadır. Dolayısıyla hukuksuzluğa alışan AKP’yi sınırlamanın, onun otoriterliğini dengelemenin yegâne yolu da ona sandıkta ders vermektir.
Bu hususlardan ötürü, ülkede demokrasiye inanan, geleceğimize sahip çıkmak isteyen, yaşadığımız hukuksuzluklara ve kitlesel fakirliğe isyan eden, Türkiye’nin çağdaşlık yolundan ayrılmasını kabul etmeyen, yüreğinde Atatürk ve Cumhuriyet sevgisi olan herkes bugün işi gücü bırakıp sandıklara koşmalı ve hem oyunu kullanmalı hem de sandıklarda gözlemci olarak bulunarak verdiği oya sonuna kadar sahip çıkmalıdır. Bu, demokrasinin bize verdiği bir görevdir ve yerine getirmeme lüksümüz yoktur. Ya AKP karanlığına karşı bir yol bulacağız ya da o karanlığın hayatımızın her alanına iyice sirayet etmesini seyredeceğiz.
Evet, marş marş, herkes sandıklara, bu bir emirdir! Demokrasinin verdiği bir emir, onun vaaz ettiği bir gerekliliktir. Çünkü demokratik bir devlete sahip olabilmek her şeyden önce demokratik ilkeleri özümsemiş, yurttaşlık görevlerinin bilincinde bir toplumu gerektirir.
Bu ülkenin yetiştirdiği bir Siyaset Bilimi Doçenti olarak Türkiye’nin her bölgesindeki yurttaşlarımıza seslenmek istiyorum: Parti ayrımı falan yapmayacağım, şu partiye oy verin, yok bu partiye oy verin demeyeceğim. Diyeceğim şu ki; bulunduğunuz seçim bölgesinde AKP’nin karşısında en güçlü aday kimse, hangi partiyse gidin ve o partiye oy verin. Zira AKP’ye karşı oy kullanmak vatan ve demokrasi görevidir ve bu görevden kaçanlar bunun pişmanlığını bir gün değil her gün yaşayacaktır. Hem de yıllarca…
Sabrınızın ve mücadelenizin sonu selamet olsun!